20 Haziran 2012 Çarşamba

Giriş


Hayalinizde iki insan canlandırın. Bu insanların her ikisine de dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanabilecekleri kadar bir süre tanınmış, doğrudan ve yanlıştan yana herşey anlatılmış olsun. Bu kişiler hayatlarının sonuna kadar din ahlakının gereklerini yerine getirip, görünüşte Müslümanca bir hayat sürsünler. İkisi de her konuda başarılı, iyi bir işe ve aileye sahip, sevilen ve sayılan birer insan haline gelsinler. Bu iki kişinin yaşantılarına şahit olan insanlara, hangisinin hayatta daha başarılı olduğunu soracak olursanız, ‘en çalışkan ve en atak olanı ya da en çok çaba harcayanı’ gibi yanıtlar alabilirsiniz. Ancak dikkat edilirse başarılı kelimesini tanımlayan bu cevapların, Kuran’a göre değil de dünyevi kıstaslara göre verilmiş olduğu anlaşılır.
Kuran’a göre ne çok çalışmak, ne çok yorulmak, ne de insanlardan saygı ve sevgi görmek bir üstünlük nedeni değildir. İnsanları Allah Katında üstün kılan özellik imanları, Allah rızasını kazanmak için yaptıkları salih ameller ve tüm bu amelleri yaparken kalplerinde sakladıkları niyetleridir. Allah bu durumu bizlere Kuran’da şöyle bir örnekle açıklamıştır:
Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver. (Hac Suresi, 37)
Ayette belirtildiği gibi Allah adına bir hayvan kesen kişinin yaptığını Allah Katında değerli kılan, bu kişinin takvası, yani     Allah korkusudur. Bir insanın Allah’ın adını anarak kestiği hayvanların etlerinin ya da kanlarının -eğer insan bunu Allah rızası için yapmıyorsa- Allah Katında bir değeri yoktur. Önemli olan insanın bir salih amelde ya da bir ibadette bulunurken bunu salih bir niyetle yapması ve Allah’a karşı samimi olmasıdır. Dolayısıyla kişiye Allah Katında değer kazandıran sadece yaptığı iyilikler, yerine getirdiği ibadetler, gösterdiği tavırlar, söylediği güzel sözler değildir. Tabi ki bunlar her Müslümanın hayatı boyunca yapması gereken salih davranışlardır ve her birinin hesap gününde güzel bir karşılığı olacağı umulmaktadır. Ancak asıl önemli olan kişinin tüm bunları yaparken Allah’a karşı ne kadar samimi olduğudur. Önemli olan yaptığı işlerin çokluğu değil, insanın ihlasla ve samimi bir kalple Allah’a yönelmesidir.
İhlas, insanın yaptığı işleri, hiçbir menfaat gözetmeksizin, başka hiçbir beklenti içerisine girmeksizin sadece Allah emrettiği için yapmasıdır. İhlas sahibi bir insan yaptığı her işte, attığı her adımda, söylediği her sözde, ibadetinde ya da günlük hayatında gönülden Allah’a yönelir ve katıksız olarak O’nun rızasını hedefler. İşte bu da ona güçlü bir iman verir ve onu ‘takva’ sahibi bir insan haline getirir. Kuran’da insanların  Allah Katındaki asıl üstünlük ölçülerinin de bu olduğu bizlere şöyle açıklanmıştır:
… Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Kuran’ın pek çok ayetinde sadece Allah’ın rızası gözetilerek yapılan salih amelin önemine dikkat çekilmiştir. Ancak buna rağmen kimi insanlar bu konunun önemini göz ardı ederler. Örneğin kimi insanlar 5 vakit namazlarında gafildirler, vakitlerine, erkanına dikkat etmezler. Bir ayette şöyle buyrulur:
Vay o namaz kılanlarını haline, Ki onlar, kıldıkları namazdan habersizdirler. (Maun Suresi, 4-5)
Taberi, ayetin bu şekilde izah edildiğinde, Namazı terk edenler ve namazın vaktini geçirenler şeklindeki iki görüşü de içine alacağını bildirmiştir. Bu ayetin açıklamasıyla ilgili olarak Taberi iki de hadis nakletmiştir:
Sa’d b. Ebi Vakkas´tan rivayet edilmiştir. Sa’d diyor ki: Ben Resulullahtan, namazlarına karşı gaflet içinde olanlardan sordum. Buyurdu ki: Onlar namazlarının vakitlerini geçirenlerdir.
Ebu Berze diyor ki: Onlar o kimselerdir ki namazlarına karşı gafildirler. âyeti kerimesi nazil olunca Resulullah şöyle buyurdu:    Allahu ekber, bu namaz sizin için her birinize bütün dünya kadar şeyler verilmesinden daha hayırlıdır. Namazına karşı gafil olan kimse kıldığı namazdan hayır ümid etmeyen ve kılmamaktan dolayı Rabbinden

İhlaslı insan nasıl olur?


Allah’a sımsıkı sarılır ve dini katıksızca Allah’a halis kılar

Allah, Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi, 146) ayetiyle müminlere, dini; ‘Allah’a sımsıkı sarılan ve dinlerini katıksız olarak Allah için halis kılan’ kimseler olarak yaşamalarını emretmiştir. Bir kimsenin Allah’a sımsıkı sarılması, Allah’tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O’nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah’a olan sadakatinden vazgeçmemesi ihlastır. Allah, Kuran’da … Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir. (Al-i İmran Suresi, 101) şeklinde buyurmaktadır.
‘Dini katıksızca Allah’a halis kılmak’ ise, kişinin din ahlakını yaşarken başka hiçbir çıkar ya da menfaat gözetmeksizin sadece Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu hedeflemesidir. Allah bu konunun önemini bir başka ayette; Oysa onlar, dini yalnızca O’na halis kılan hanifler (Allah’ı birleyenler) olarak sadece Allah’a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur (Beyyine Suresi, 5) hükmüyle vurgulamış ve din ahlakının ancak bu şekilde yaşanabileceğini belirtmiştir.
İnanan bir kişi yaptığı işler

Şeytanın müminlerin ihlasını kırma çabası


Şeytan, kıyamete kadar insanları Allah’ın yolundan saptırmaya ve onları da kendi peşinden cehenneme sürüklemeye ant içmiş bir varlıktır. Allah’ın Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19) ayetiyle de belirtildiği gibi şeytan inkar eden kimseler üzerinde bu emellerini gerçekleştirmiştir. Onları sarıp kuşatmış, onlara Allah’ı unutturmuş ve onlar üzerinde mutlak bir hakimiyet elde etmiştir. Onlar artık bir anlamda şeytanın bizzat kendisi gibi, diğer insanları da inkara, günaha ve kötülüklere çağıran varlıklar, yani şeytanın fırkası olmuşlardır.
Ancak elbette ki Allah’a ihlasla inanan kimseler için durum çok farklıdır. Bu nedenle de şeytanın asıl mücadele ettiği kimseler, Allah’a iman eden ve yaşamlarını Allah’ın razı olacağı şekilde geçirme konusunda kararlı gördüğü bu insanlardır. Şeytan inkar edenlere doğrudan etki edebilmektedir. Ama müminler Allah’a kesin olarak iman ettikleri için şeytanın onlar üzerinde böyle bir etkisi olamaz. Örneğin Allah rızası için çalışıp yorulmalarını engelleyemez. Kuran ahlakının hükümlerini yerine getirmelerini, infak edip namaz kılmalarını, iyilik yapıp güzel ahlak göstermelerini, Allah’ı zikretmelerini, mallarıyla canlarıyla fedakarane bir mücadele vermelerini engelleyemez.
Bu gerçeği bilmek şeytanı iman edenler üzerinde etkili olabilmek için daha da sinsice yöntemler aramaya iter. Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yaptıkları işleri doğrudan engelleyemediği için müminler tüm bunları yaparlarken niyetlerine kötülük katmaya çalışır. Onları Allah’ın rızasından başka hedeflere yöneltmeye ve bu şekilde ihlaslarını zedeleyerek, katıksızca   Allah’a yönelmelerini engellemeye gayret eder. Kuran’da şeytanın bu konudaki kararlılığına kendi sözleriyle dikkat çekilmiştir. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. (Nisa Suresi, 119-120)
Dedi ki: Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın. (A’raf Suresi, 16-17)
Ayetlerde bildirildiği gibi şeytan müminler üzerinde ‘şaşırtıp saptırarak’, ‘olmadık kuruntulara düşürerek’, ‘doğru yollarına oturup pusu kurarak’, ‘önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sinsice sokularak’ etkili olmaya çalışır. Onların doğru bildiklerini yanlış, iyi bildiklerini kötü, güzel gördüklerini çirkin, hayır gördüklerini şer, şer gördüklerini ise hayır gibi göstermeye gayret eder. Allah’ın rızasına uygun bir iş yapacakları zaman kalplerinHe şüphe vermeye ve olmadık kuruntu ve vesveselerle onları durdurmaya gayret eder. Kuran ahlakına uygun olmayan bir iş söz konusu olduğunda ise bunu süsleyip çekici kılmaya ve müminleri bu işe yöneltmeye çalışır.

Şeytanın fırkası

Şeytan yukarıda saydığımız emellerini gerçekleştirebilmek için gerektiğinde kendisini dost edinmiş olan inkar eden kimselerden de yardım alır. Onların ağzından kendi telkinlerini verir, planlarını onların sözlerinde dile getirir. Bu gibi sinsi taktikler kullanarak iman edenlere yanaşmış olur.
Elbette ki şeytan tüm bunları yaparken iman edenleri Kuran’a uymayın, Allah’ın rızasına uygun davranmayın ya da bana uyun gibi ifadelerle açıkça inkara davet etmez. Tam tersine hileyle, sahtekarlıkla ve yalancılıkla onları kandırmaya çalışır. Samimi davranmalarını engellemeye, iyiliklerden alıkoymaya uğraşır, çeşitli vesveseler verir. Şeytanın kandırma yöntemlerinden bir tanesi de, müminler katıksızca Allah’ın rızasını gözeterek bir işe giriştiklerinde, onları insanların rızasına yöneltmek için sinsice sözler fısıldamaktır.
Örneğin Allah’ın rızasını kazanmak için fedakarane bir tavır içerisinde olan bir insanın niyetine insanların rızasını katmaya çalışır. Bu fedakarlığını, çabasını ve yaptıklarını dile getirmesini, kendisini yüceltmesini, ön plana çıkarmasını telkin eder. Oysa Allah rızası için yapması gereken bir işte, kişinin kendisiyle övünmesi ihlası kırabilecek bir davranıştır. Çünkü eğer bir özveride bulunuyorsa bunu Allah için yapıyordur ve bunu insanlara duyurması için hiçbir sebep yoktur. Allah zaten onu görmekte ve işitmektedir. Ama şeytan bunu daha masumane bir zemine oturtur. Kişiye Ne kadar güzel ahlaklı olduğunu, Kuran’a ne kadar uygun hareket ettiğini dile getirirsen sana daha çok güvenirler, seni daha çok severler zaten bu da son derece meşru bir istek gibi bir mantık sunar. Elbette ki bu meşru bir istektir, ama insanın bu sonucu Allah’tan isteyip, bunu Allah’ın takdirine bırakması Kuran ahlakına daha uygun bir tavırdır. Çünkü aksinde insanın gösteriş için ibadet yapma, kendisini ön plana çıkarma, yaptıklarıyla övünme gibi Kuran’da makbul olmadığı bildirilen tavırların hükmüne girme ihtimali vardır. Ve tüm bunlar kişinin samimiyetini, sadece Allah’ın rızası için ibadet yapmanın kazandırdığı ihlası zedeleyecek davranışlardır.

Şeytanın Hileli Tuzakları

Şeytan, müminlerin ihlasını kırma yönündeki kıyamete kadar sürecek olan bu çabasına Hz. Adem ile başlamıştır. Hz. Adem’e de aynı hileli taktiklerle yaklaşmış, ona da güzel olanı çirkin, çirkin olanı da güzel gibi göstermeye çalışmıştır. Kuran’da bildirildiğine göre şeytan, Hz. Adem ve eşinin Allah’ın yasağına uymamalarını sağlamış, böylece onların cennetten çıkarılmalarına neden olmuştur. Bu olay Kuran’da bazı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Ve dedik ki: Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. (Bakara Suresi, 35)
Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi? (Taha Suresi, 120)
Şeytan Hz. Adem ve eşinin açıkça Allah’ın emirlerine karşı gelmelerini söylememiştir. Çünkü Allah’a iman eden kimselerin böyle bir emri yerine getirmeyecekleri açıktır. Bu nedenle onları ikna edebilecek başka mantıklar bulmuş ve yasaklanan ağaçtan yedikleri takdirde melek olup, ebedi yaşama imkanını elde edeceklerini söylemiştir. Söylediği bu yalanları daha da ikna edici kılabilmek için Allah adına yemin etmekten de çekinmemiştir. Kuran’da iman edenler şeytanın bu gibi sinsi tuzaklarına karşı şöyle uyarılmaktadırlar:
Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. (A’raf Suresi, 27)
Kendilerine Kuran’ı rehber edinen insanlar, şeytandan gelebilecek boş kuruntulara, asılsız vesveselere, hileli oyunlara karşı son derece hazırlıklı olur, Allah’ın emrettiği ibadetleri eksiksizce yerine getirmeye çalışırlar. Örneğin tesettür, Müslüman kadınlar için çok önemli bir ibadet ve Allah (cc)’tan çok büyük bir nimettir. Tesettür, kadının Allah (cc) Katında ve inananlar nezdinde yücelmesini sağlayacak, onu her türlü bağımlılıktan ve sıkıntıdan kurtaracak bir vesiledir. Tesettür aynı zamanda Müslüman kadının iffetinin sembolüdür. Tesettürle ilgili ayetlerin indiği dönemde Müslüman kadınların güzel tavırlarıyla ilgili olarak şunlar rivayet edilir: Hz. Ayşe (radiyAllahu anh)’dan rivayet edilmiştir:
“Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar”ayetini inzal edince harmaniyelerini yırtarak onunla örtünmüşlerdir.” (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, s. 5880)
Peygamberimiz (sav) döneminde mümin kadınlar Allah’ın tesettür konusundaki emrini işte böylesine büyük bir şevk ve istekle karşılamışlar, hemen itaat etmişlerdi. Onlardan sonra gelen Müslümanlar da aynı şevk ve kararlılıkla bu emri yerine getirmişlerdir. Bu konuda şeytanın mümin kadınlara vermeye çalıştığı vesveler boşunadır. Öncelikle İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76) ayetiyle de hatırlatıldığı gibi şeytanın hileli düzeni zayıftır ve boş bir aldatmacadan ibarettir. İman edenler Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen   Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (A’raf Suresi, 200-201) ayetleriyle de bildirildiği şekilde kendilerine fısıldayan bu sesin şeytandan olduğunu anlar ve hemen Allah’a sığınırlar. Allah’a sığındıkları anda ise olayları Kuran gözüyle değerlendirip, doğruyla yanlışı birbirinden ayırt edebilecek bir anlayış elde ederler. Şeytanın bu yöndeki çabaları da müminlerin güçlü imanları sayesinde tamamen sonuçsuz kalmış olur.
Nitekim Kuran’ın Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter. (İsra Suresi, 65) ayetiyle de şeytanın, Allah’a güvenip dayanan ve her işlerinde kendilerine O’nu vekil edinen kimseler üzerinde bir etkisinin olamayacağına dikkat çekilmiştir. Şeytanın etkisi Kuran’da Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100) ayetleriyle belirtildiği gibi ancak onu veli edinen ve Allah’a şirk koşan kimseler üzerindedir. Şeytanın Allah’ın ihlaslı ve samimi kullarına etki edemeyeceği gerçeği onun şu sözleriyle de ifade edilmiştir:
Dedi ki: Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (Sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna. (Hicr Suresi, 39-40)
İşte bu nedenledir ki ihlas sahibi, samimi müminlerin şeytanın hileli tuzaklarından yana hiçbir korku ve endişeleri yoktur. Çünkü onlar iman edenler üzerinde şeytanın hiçbir gücü olmadığını bilir ve yalnızca Allah’tan korkarlar. Şeytandan korkanlar ise yine onu dost ve veli edinen inkarcılardır. Bu gerçek de Kuran’da şöyle vurgulanmaktadır:
İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Benden korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)
Kuran’da Allah şeytanın peygamberler de dahil olmak üzere tüm insanlara kuşku ve vesvese vermeye çalışacağını bildirmiş ve bunun kalbinde hastalık olanlarla gerçek ihlas sahiplerinin birbirlerinden ayırt edilebilmesi için yaratılan özel bir imtihan şekli olduğuna dikkat çekmiştir. İlim ve ihlas sahibi kimseler şeytanın bu vesveselerinden hiçbir şekilde etkilenmezler. Çünkü şeytanın bağımsız bir gücü olmadığını, Allah’ın yarattığı ve tamamen Allah’ın kontrolünde bir varlık olduğunu bilirler. Şeytan Allah’ın dilemesi dışında hiçbir insanı doğru yoldan saptıramaz, ihlasını zedeleyemez, kötü yola sevk edemez. Müslümanların -şeytan onlara vesvese vermeye çalıştığında- Kuran’ın hiç tartışmasız Rabbimiz’den gelen bir gerçek olduğu konusunda kalpleri pekişir. Bu gerçek ayetlerde şöyle haber verilir:
Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah’ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler.
(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle O’na iman etsinler ve kalpleri O’na tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 52-54)

İhlası kazanmanın yolları


Kitabın önceki bölümlerinde ihlasın önemini ve ihlas sahibi bir müminin özelliklerini Kuran ayetleri doğrultusunda açıkladık. Allah’ın razı olduğu kullarından olmak ve sonsuz cennet nimetlerine kavuşmak isteyen bir mümin ihlası kazanmak için hayatının her anında Kuran ayetlerini titizlikle uygulamalı, Kuran ahlakına göre yaşamalıdır. Ancak bunun için samimi bir kalple, katıksızca Allah’a yönelmesi, sadece Allah’ı razı etmek için çaba sarf etmesi ve ihlasını kırmak isteyen tüm olumsuz etkilere karşı son derece dikkatli olması gerekir. Çünkü önceki bölümde vurguladığımız gibi şeytan da sürekli çaba sarf etmekte ve türlü yöntemlerle insanı doğru yoldan çevirmeye çalışmaktadır.
İnsan alışkanlıkla ya da çevresinden görerek yaptığı pek çok hareketle ihlasını zedeleyebileceğini, katıksızca yapmak istediği amellere zarar verebileceğini aklından çıkarmamalıdır. Bu nedenle de sürekli olarak niyetini kontrol etmeli, her söylediği sözü, yaptığı her ameli Allah’a has kılarak yapmalıdır. Ancak bu ahlaka sahip olmanın zor değil, aksine çok kolay olduğunu da hiçbir şekilde aklından çıkarmamalıdır. Samimiyet, dürüstlük ve katıksızca Allah’a yönelmek insanın hiç güç harcamadan kazanabileceği özelliklerdir. Üstelik her işte bir kolaylık kılan       Rabbimiz bizleri elçileriyle ve salih müminlerle desteklemiş, ihlası kazanmanın yollarını da ayetleri ile göstermiştir. İslam alimleri de ihlas konusunun üzerinde özellikle durmuş ve eserlerinde iman edenleri katıksızca Allah’a yönelmeye ve ihlası gözetmeye davet etmişlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri de ihlası kazanma konusunda gayret içinde olan Müslümanlar için çok önemli birer rehber niteliğindedir. Bediüzzaman ihlasın üzerinde önemle durmuş ve bu konuda iman edenlere çok önemli tavsiyelerde bulunmuştur. Bediüzzaman bir sözünde ihlası şu şekilde tarif etmektedir:
Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, özellikle ahiret hizmetlerinde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir aracı, en önemli dayanak noktası, en kısa bir hakikat yolu, en makbul bir manevi dua, amaca ulaşmada en kerametli vasıta, en yüksek bir karakter, en safi bir kulluk: İhlastır.2
Bediüzzaman’ın da önemle

İhlası zedeleyen tavırlardan kaçınmak


Önceki bölümlerde ihlası kazanmak için insanın sahip olması gereken özelliklere değindik. İşte bu amaç doğrultusunda insanın dikkat etmesi gereken ikinci bir konu da ‘ihlasını zedeleyen’ ya da ‘ihlasını tamamen kıran’ tavırlardan arınması olmalıdır. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi’nin de, Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük hayırlı işlerin çok zararlı engelleri olur. Şeytanlar o hizmetin hizmetçileriyle çok uğraşır. Bu engellere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak sebeplerden; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm’ın (Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yusuf Suresi, 53) demesiyle, nefsin emirlere itimad edilmez. Enaniyet ve nefsin emirleri sizi aldatmasın.19 sözüyle dikkat çekmiş olduğu gibi şeytan ihlası kazanmayı ve mutlak samimiyete ulaşmayı hedefleyen kimselerin düşmanıdır. Onları doğru yoldan saptırmak, nefislerindeki kötülükleri teşvik ederek, ihlastan uzaklaştırmak ister. İşte şeytanın bu kararlı gayretine karşılık müminin yapması gereken Hz. Yusuf’un ahlakını kendine örnek alarak nefsine itimat etmemek ve nefsin bu yöndeki teşviklerinden şiddetle kaçınmak olmalıdır. İşte ilerleyen bölümlerde müminlere yol gösterici olması amacıyla ihlası kıran bu tavırların neler olduğuna ve bunlardan arınmanın yollarına dikkat çekilecektir.

Nefsin kötülüklerinden arınmak

Dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak nefis -Allah’ın dilemesi dışında- insanları daima kötülüğe davet edecek şekilde yaratılmıştır. İnsanı teşvik ettiği bu kötülüklerden biri de ihlassız davranmaktır. Nefis, kişinin ihlasını kırmak, samimiyetini zedelemek için benliğinde var olan her türlü kötü fikir ve düşünceyi destekleyecek şekilde hareket eder. Çünkü Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). (Şems Suresi, 7-8) ayetleriyle de dikkat çekildiği gibi nefis, benliğinde ‘sınır tanımaz günah ve kötülüğü’ barındıran bir varlıktır. Ancak Allah insana tüm bu sınırsız kötülükten sakınmasının ve nefsini arındırıp temizlemesinin yolunu da ilham etmiştir. Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 9-10) ayetleriyle de belirtildiği gibi nefsindeki kötülüklerin ardı sıra giden yıkıma uğrayacak, tüm bu kötülüklerden arınıp temizlenen ise kurtuluşa erecektir.
İşte ihlası kazanmayı ve böylece Allah’ın salih kullarından olabilmeyi hedefleyen bir kimsenin seçimi de mutlaka bu yönde olmalıdır. Allah müminlerin bu konudaki samimi çabalarına İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Bakara Suresi, 207) ayetiyle dikkat çekmiştir. Ancak önemli olan insanın nefsine karşı son derece dürüst ve samimi yaklaşması, nefsine asla acımaması ve ona sahip çıkmamasıdır. Nefsini tüm bu kötülüklerden arındırıp eğitebilmesi, ona boyun eğdirebilmesi ve terbiye edebilmesi ancak bu yolla mümkün olabilir. Bunun için nefsini hiçbir zaman için kendi benliğinin bir parçası gibi görmemeli, hiçbir zaman için ondan yana tavır koymamalı ve onu savunmamalıdır. Onun daima haksız olduğunu, her zaman Kuran’a muhalif olduğunu, şeytanın sözcülüğünü yaptığını bilmeli, ondan gelen sözleri bu anlayış ile

Müminlerin kuvveti ihlastan gelir


Allah’a ve ahirete inanmayan insanların birlikteliklerinin temelinde hep dünyevi değerlere verilen önem ve yine dünyevi menfaatlere yönelik beklentiler yatar. Bu kimseler biraraya gelmekle bir anlamda karşılıklı bir menfaat anlaşması yapmış olurlar; taraflar karşılıklı olarak birbirlerine destek olur ve böylece müşterek menfaatler elde etmeye çalışırlar. Bu ittifaka dahil olan kimseler birlikteliklerinin karşılıklı bir güven ya da dostluğa dayanmadığını ve her ne kadar dile getirilmese de bu ittifakın birtakım şartlara dayalı olduğunu bilirler. Taraflardan birinin menfaat sağlayıcı vasfı ortadan kalktığında, ittifak da ortadan kalkar. Bu şartlar oluştuğunda diğer kişilerin zor durumda kalması ya da desteğe ihtiyaç duyması diğer tarafın ilgisini çekmez. Çünkü kurulan bu ittifak sadece bir güç birliğinden ve menfaat beklentisinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla da beklentiler yok olduğunda birliğin bozulması da son derece doğaldır.        Allah’ın … Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 14) ayetiyle insanlara haber verdiği gibi, inkar edenler her ne kadar birlik ya da dayanışma içerisinde gibi görünseler de temelde paramparçadırlar.
Bu nedenle inkar edenler arasındaki bu birliktelikler her zaman için dağılıp yıkılmaya mahkumdur. Dünya üzerinde insanlar arasında gerçek bir birliktelik, gerçek bir dostluk ve ittifak sağlayabilecek yegane güç vardır, o da ‘iman’dır. Hesap gününden korkan iman sahibi insanlar biraraya gelerek, dünyada başlayıp ahirette de sonsuza kadar devam edecek sağlam bir ittifakın temellerini atmış olurlar. Birbirlerini araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için dost olur ve Allah rızası için birlik olurlar. Temeli dünya üzerindeki en sağlam kaynağa, Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu birliğin bozulması, dağılıp yıkılması Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şekilde mümkün olmaz.
İman edenler, Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saff Suresi, 4) ayetinde verilen örnekte olduğu gibi birbirlerine kenetlenip adeta yıkılması mümkün olmayan bir bina gibi aşılması imkansız bir kuvvet oluştururlar. Yine bir başka ayette … (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 249) sözleriyle ifade edildiği gibi kalplerindeki bu iman ve ihlas ile az sayıda bile olsalar, milyonlara galip gelecek bir şevk ve irade kazanmış olurlar. İhlası daima ayakta tutmalarından dolayı Allah’ın yardımını ve desteğini kazanmış olurlar ki, Allah’ın mutlak galip olan olması nedeniyle işlerinde her zaman üstün gelip, başarı kazanırlar. Allah’ın … eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139) ayetiyle bildirmiş olduğu sırra vakıf oldukları için kimsenin delip geçemediği, nifak sokup dağıtamadığı, birbirine düşürmeyi başaramadığı, şüphe verip gücünü kıramadığı olağanüstü bir direnç ve kuvvet gösterirler. Bu birliği oluşturan kişilerin her biri Allah’a karşı içli bir korku duyup sakınır. Kuran ayetlerine kayıtsız şartsız teslimiyet gösterirler. Allah’tan başka hiç kimsenin rızasını aramayıp, Allah’tan başka hiç kimseden korkmadıkları için de her biri adeta tek başına birer ordu gibidirler.

Tesanütlerinin nedeni ihlaslarıdır

Kendi içlerinde ise büyük bir ihlasla Allah’ın rızasını aradıkları için hiçbir zaman bir kargaşa, anlaşmazlık ya da ihtilafla karşı karşıya gelmezler. Çünkü Allah’ın sözü birdir; Kuran ayetleri açıktır. Tüm inananların Kuran’a kayıtsız şartsız uyduğu ve her zaman Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik hareket ettiği bir ortamda müthiş bir uyum ve düzen meydana gelir. Herkes ihlasla Allah’a, Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine itaat ettiği için tüm işleri kolaylıkla hallolur. Kendi menfaatleriyle çatıştıklarında her biri de dinin ve inananların menfaatlerinden yana tavır koydukları ve her zaman için kardeşlerinin nefislerini kendilerinkinden üstün tuttukları için müthiş bir tesanüt, birlik ve dayanışma ortamı oluşur. Bu birliğin oluşması için Müslümanların her zaman birarada olmaları da gerekmez. Önemli olan birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyor ve hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar iman edenlerin sarsılmayacak bir manevi birlik oluşturmalarıdır.
Bu kişiler sonsuz ahiret arkadaşları olmaya niyet etmiş olmalarından dolayı derin bir sevgi, saygı ve sadakatle birbirlerine bağlanmışlardır. Bundan dolayı da asla rekabete, çekişmeye ya da ihtilafa imkan tanımazlar. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, Allah korkularından ve ihlaslarından dolayı asla yılgınlığa, gevşekliğe ya da iradesizliğe kapılmazlar. Birinde bir kusur olacak olsa, bir diğerinin imanı ve ihlası onu da o durumdan çekip çıkarır. Sürekli birbirlerine iyiliği emredip, kötülükten menettikleri için giderek imanları güçlenir, ihlasları ve dolayısıyla da kuvvetleri artar. Amaçları, çabaları ve duaları hep aynı olan ihlas sahiplerinin bu sarsılmaz güç ve kuvvetlerini Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde şöyle bir örnekle dile getirmiştir:
… Çünki nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını tamamlar, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine yardım eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne geçmeye çalışmaz, birbirinin kusurunu görerek eleştirmek suretiyle şevkini kırıp yılgınlığa uğratmaz. Belki bütün meziyetleriyle, birbirinin hareketini genel amaca yönlendirmek için yardım ederler, hakikî bir dayanışma ve bir birlik ile yaratılış gayelerine doğru yürürler. Eğer zerre mikdar bir saldırı, bir zorbalık karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz meyvesiz bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte ey Risale-i Nur talebeleri ve Kur’anın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin üyeleriyiz.. ve sonsuz hayat içindeki ebedi mutlulukla netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sonsuz güvenlik olan Cennete Muhammedin ümmetini (A.S.M.) çıkaran bir Rabbani gemide çalışan hizmetçileriz.37
Bediüzzaman’ın verdiği bu örnek müminlerin arasındaki birlik ve beraberliğin anlaşılabilmesi açısından oldukça önemlidir. İhlaslarını zedeleyebilecek her türlü tavırdan arınmış olmalarından dolayı aynı fabrikanın çarklarının biraraya gelerek dev bir güç oluşturması gibi, onlar da sarsılmaz bir manevi kuvvet kazanırlar.
Bediüzzaman’ın müminlerin ihlas sırrına vakıf olmakla nasıl bir kuvvet artışı elde ettiklerini anlatan bir başka sözünde ise şöyle bir örnek vermiştir:
Elbette dört ferdden bin yüz on bir manevi kuvvet sağlayan ihlas sırrını kazanmak ile, dayanışmaya ve hakikate inanmaya muhtacız ve mecburuz. Evet üç elif birleşmezse etmezse, üç kıymeti var. Rakamların sırrı ile birleşse, yüz onbir kıymet alır. Dört kerre dört ayrı ayrı olsa, onaltı kıymeti var. Eğer kardeşlik sırrı ve birlik gayesi ve birleşme vazifesi ile denk gelip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi.. hakikî ihlas sırrı ile, onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok tarihi olaya şahitlik ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir birlikte her bir ferd, diğer kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on gerçek birleşmiş adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.38

İhlasın Kazandırdıkları

İhlas, iman edenlere hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında sonsuz nimetlere ulaşmaları için verilen büyük bir kuvvettir. Bediüzzaman’ın da söylediği gibi mühim bir esas, en büyük kuvvet, en önemli dayanak noktası, en yüksek karakter ve en safi kulluktur. Dünya ve ahiret hayatındaki nimetlerin en büyüğü hiç şüphesiz Allah’ın rızasıdır.
Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmanın sırrı ise ihlastır. Allah, De ki: Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i İmran Suresi, 15) ayetiyle korkup sakınanlar için ahirette en hayırlı karşılık olarak Allah’ın rızasının olduğunu müjdelemiştir ki, müminlerin dünya hayatlarındaki çabalarının nihai hedefi de zaten budur.
Birçok ayette ise Rabbimiz, Allah’a ve ahiret gününe iman edip yaptığı amelleri Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine bir yol sayan ihlas sahiplerini ve muttakileri rahmetine ve cennetine kavuşturacağını müjdelemiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve       (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Tevbe Suresi, 99-100)
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah’a) yönelip-dönen (İslam’ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalb ile gelen içindir. (Kaf Suresi, 31-33)
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir ‘çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)

Dünyada güzel bir hayat

Allah sonsuz ahiret nimetlerinin yanı sıra, dünya hayatında da ihlas sahiplerine çok güzel bir karşılık verir. … Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi’ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Ra’d Suresi, 27) ayetinde de bildirildiği gibi, Allah Kendisi’ne katıksızca yönelene yardım eder ve onu dosdoğru yola yöneltip iletir. Yine bir başka ayetinde ise Allah ihlas sahiplerine olan desteğini ve yardımını şöyle bildirmiştir:
Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)
Rabbimiz ihlas sahiplerine dünya hayatında da sayısız nimetler bahşeder. Onları inkar edenlerin kasvetli, sıkıntılı ve bereketsiz hayatlarından uzaklaştırır. Allah’ın Kuran’da, Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97) ayetiyle de bildirdiği gibi onları güzel bir hayat ile yaşatır.
Katıksızca Allah’a yönelen bir insan dünya hayatının tüm sıkıntılarından ve üzüntülerinden uzaklaşır. Sadece Allah’tan korktuğu için tevekküllü, huzurlu, güven dolu bir hayat sürer. Kınayanın kınamasından korkmadığı için dünya hayatına dair hiçbir endişesi ve tedirginliği olmaz. Bir tek Allah’ın rızasını hedeflediği için hiç kimsenin onu ye’se düşürmesi, gerginliğe sürüklemesi mümkün değildir. Yalnızca ahireti hedeflediği için dünya hayatının malı, mülkü onu tasalandırmaz. Ne malını, mülkünü artırmak ne de onları kaybetmek bu kişiyi bir korkuya, endişeye sürüklemez. Her zaman teslimiyetli, tevekküllü, itidalli, müşfik, sabırlı ve tevazuludur.
İhlas ve samimiyetle yapılan işlerde, insanların rızası, dünyevi çıkarlar ya da öne çıkma hırsı gibi konular hedeflenmediği ve sadece Allah’ın rızası arandığı için sonuç hep bereketli olur. Çünkü Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55) ayetiyle de bildirildiği gibi    Allah, Kendisi’ne şirk koşulmadığında, insanların rızasından, dünyevi çıkar beklentilerinden arınıp katıksızca Allah’a yönelindiğinde, müminleri kesin olarak başarıya ulaştıracağını vaat etmiştir.

Sonuç


Allah, Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim’i,

İshak’ı ve Yakub’u da hatırla. Gerçekten Biz onları,

katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas

sahipleri kıldık. (Sad Suresi, 45-46) ayetleriyle

müminlere Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub’u

örnek vermiştir. Ayrıca, Kitap’ta Musa’yı da zikret.

Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul) bir

peygamberdi. (Meryem Suresi, 51) ayetiyle de Hz.

Musa’nın ihlasın sırrına ulaşmış bir kimse olduğuna

dikkat çekilmiştir. Bizlere düşen ise Allah’ın

elçilerindeki bu yüksek ahlak üzerinde detaylı olarak

düşünmek ve aynı onlar gibi ihlas sahibi kullar olmak

için çaba sarf etmek olmalıdır.

Kuran’da ancak basiret gözleri körelip, kulakları sağırlaşanların Allah’ın ayet ve hatırlatmalarından öğüt almayacakları bildirilir. Gerçek müminler ise ayette de bildirildiği gibi, … Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır. (Furkan Suresi, 73) Allah’tan korkup sakınanlar Kuran ayetlerindeki hikmetleri görebilmekte, onlardan öğüt alabilmekte ve ihlasa ulaşabilmektedirler. O halde Allah’ın bu hatırlatmasına karşı müminlerin duyarsız kalmaları mümkün değildir. Eğer bu güne kadar ihlasın önemini düşünmemiş bile olsa, insanın kısa bir süre içerisinde niyetini yeniden tazelemesi ihlası kazanması için yeterlidir. Bu niyet değişikliği Allah’ın izniyle o andan sonra yapılacak amelleri salih amele çevirip, bu kişiyi Allah Katında ‘yaratılmışların en hayırlılarından’ olabilme şerefine ulaştıracaktır.
Aksi, yani insanın Allah’ın rızasından yana yaptığı amellerini dünya çıkarlarını araya katarak kirletmesi ve bir parça irade kullanıp ihlası kazanmak varken amellerini geçersiz kılması büyük bir akılsızlık olur. Bu kişi belki yıllar yılı gece gündüz demeden çalışacak, kendini doğru bir yol üzerinde sanacak, ancak ihlası kazanmak için çaba sarf etmediği için katıksızca Allah’a yönelen kullardan olamayacaktır. Kehf Suresi’nde bu insanların durumu şu şekilde bildirilir:
De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 103-104)
Ancak kişi, geriye dönüp baktığında dünya hayatında geçirdiği onca seneden tek bir iz dahi kalmadığını görecektir; ne takdirlerini toplamaya çalıştığı insanlar, ne peşinde koşturduğu dünyevi idealler, ne nefsi, ne enaniyeti, ne de ihlasını kırmak için kendisini kandıran şeytan yanında olmayacaktır. Katıksızca     Allah’a yönelmediği, imanına, hizmetine, ibadetlerine başka katıklar da katarak ihlasını zedelediği için Allah’ın huzurunda tek başına, yardımsız ve yapayalnız kalacaktır. Allah dünya hayatının nasıl büyük bir aldanış olduğunu Hadid Suresi’nde şu şekilde bildirir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
İhlası kazanmak için çaba sarf etmeyip, Kuran’ın ruhunu gereği gibi yaşamadığı için pek çok kişiye kıyasla daha çok çalıştığı, çabaladığı halde tüm yaptıklarının boşa gittiğini görmek mi? Yoksa niyetini, kalbini ve vicdanını temiz tutmakla, gönülden  Allah’a yönelip O’na sımsıkı sarılmak ve O’ndan başka kimsenin rızasını gözetmemekle ‘kesintisiz bir ecre’ kavuşturulup, ‘yaratılmışların en hayırlılarından’ olmak mı? Elbette ki ikinci seçenek Allah’ı seven, O’nun dostluğunu isteyen ve O’na kavuşmayı uman bir kimsenin kayıtsız şartsız tercih edeceği tek seçenektir.
İşte bu nedenle biz de bu kitap ile Allah’ı seven, O’nun dostluğunu arayan ve O’na kavuşmayı uman tüm samimi iman ehlini, kurtuluşun sırrını ihlasta aramaya davet ediyoruz. Zira Bediüzzaman’ın sözlerinde de yer verdiği gibi ihlasla yapılan tek bir amel, ihlassızca yapılan binlerce amelden daha değerli olabilir. Ve unutmayın ki eğer niyetiniz halis, ameliniz salih ise Allah rızası için yaptığınız en küçük amel bile Allah Katında zayi olmayacaktır. Çünkü ayetlerde, Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir… (İsra Suresi, 25) … Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 115) buyrulmaktadır.